10.asrın başlarında tanışıp 19.asra kadar birlikteliği dillere destan olan Kürt-Türk İslam kardeşliğini cumhuriyet dönemindeki talihsiz gelişmelere kurban etmeye hakkımız yoktur.
Bu toplumu Kemalist sistem hırpaladı, dolayısıyla bu sistem ile bir başarı, huzur yakalamak mümkün değildir. Çünkü bu sistemde; selam yok, muhabbet yok, secde yok… Gün aydınla, sevgiliyle, dansla... kimse adam olmamış. Bin yıllık değerlerimizle ancak ayağa kalkabiliriz.
23 Nisan 1920 tarihinde dualarla açılan meclisin ruhu etrafında dahi dayanışma içinde olan Kürtler ve Türkler daha sonra;
*Bu meclisin ruhundan uzaklaştıkça,
*Hilafet lağvedilince,
*Din-i mübin-i İslam devlet için bir değer olmaktan çıktıkça,
*Kuran alfabesi gavur alfabesiyle değiştirilince,
*Daha da acayibi aramalarda Allahın kelamı olan Kuran sakıncalı materyal listesinde yer alınca,
*Kılık kıyafet devrimiyle Avrupanın modasına telsim olunca,
*Laiklik adı altında Müslümanlara zulüm edilince,
*Kimi camiler satılıp, kimisi eğlence yerine dönüştürülünce,
*9 Asırlık ortak değerlerimiz ayaklar altına alınınca,
*Türk ırkına endeksli toplumsal mühendislik yapılıp jon Türkleri yanına alıp göz boyama olarak Türklere hoş görülünce…
iki halk arası bizzat bize ait olmayan eski karanlık devlet tarafından açıldı, öyle ki 1993 yılında PKKnin elinde TSK envanterine kayıtlı olan silahlar yakalandı;Bunu belgeleyen Uğur Mumcu Öldürüldü, zamanın cumhurbaşkanı Turgut Özal zehirlendi, bundan haberdar olan Jandarma Genel Komutanımız Org.Gn.Eşref Bitlisin helikopteri düştü, memleketin önünü açabilecek kadar yetenekli olan Devlet Bakanı Adnan Kahveci planlı bir trafik kazasında kurban gitti. Vah ki ne vah!
Yani 40 yıldır başımıza bela olan PKK eski karanlık devletin başımıza bela ettiği bir örgüt olduğu yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyor. Daha 1974teki Kıbrıs savaşında 2000 civarında Diyarbakır gençleri Askerlik şubesine müracaat edip gönüllü olarak savaşa gitmek istediler. Buna tahammül etmeyen dünya bir oyun düzenleyerek Kürt Türk kavgasını çıkardı, açık delili de bu hareketin öğrencilerin öncülüğünde geliştiğidir. Yani bu fikir okullarda, öğretmenlerin eliyle yeşerdi.
Bu saydığım sebeplerin gereksiz ve yersiz olduğu hayalinde geçiyorsa ezberlediğin yanlışlar yüzünden olduğunu unutma!
*Devlet, son 20 yıldır Cumhurbaşkanımızın öncülüğünde bin yıllık değerleriyle barışık olmaya çalıştığı için nispeten ayaktayız, Allah ondan ve yol arkadaşlarından razı olsun, benim okuduğum fotoğraf budur.
O zaman diyorum ki Kürtler ve Türkler açısından ciddi bir öneme haiz olan Diyarbekir fethini hak ettiği bir şekilde analım, bu fetih bizi birleştirecek önemli unsurlardan birisidir. Hem iç huzurumuza hizmet eder, hem de içeride ve dışarıda güçlü bir ittihadımızın oluşumuna katkı verir, Anadolu insanını devletiyle milletiyle ayağa kaldırır.
Buyur beraber kısaca Diyarbekir fethini analım;
Hz.Ömer(ra)’nun hilafeti zamanında İyaz Bin Ganem komutasında 639 yılında 27 Mayıs sabahı Peygamberimizin vefatından sadece 7 yıl sonra Diyarbekirin fethi, içinde binden fazla sahabe ve diğerleri de tabiin olan ordu tarafından gerçekleşmiştir.
6 Aylık bir muhasaradan sonra şehrin fethi esnasında 27 sahabe şehit düşmüş, şehitlerin metfun olduğu camiye de Fetih esnasında şehit düşen Halit Bin Velid(ra)nun oğlu Hz. Süleymanın adı verilmiştir. Şehir, fetih esnasında gazi olan sahabe Hz.Sasa(ra) tarafından 6 ay idare edilmiş ve aldığı yarayla o da vefat etmiştir. O esnada Sur içinde yaşayan Hıristiyanlar, Ermeniler ve Zerdüşt olan Kürtler yaşıyormuş, Kürtlerin İslamı kabul etmesi üzerine şehrin yönetimi Kürtlere verilmiş. Diyarbakır tam bir lojistik üs olarak kullanılıp sağa sola fetih hareketleri yapılmış.
1071de Malazgirt zaferi, 1187 yılında Kudüsün fethi,1453 yılında İstanbulun fethi olduğuna göre ve bu üç muharebede de Kürtler ve Türkler birlikte bir dayanışma içinde olduğuna göre, demek başarının temeli buraya dayanıyor.
Bu münasebetle İstanbul fethine ve Malazgirt zaferine gösterilen ilginin en az misli kadar Diyarbakır fethine değer verilmesi lazımdır diye düşünüyorum.
Selam ve selametle kalın.