Allah`ın bizleri ne
kadar çok sevdiğini, bütün emirlerinin sadece ve sadece bizim
mutluluğumuz için olduğunu, O’nu (Allah`ı) dilememizi, O’na (Allah`a)
yönelmemizi ne kadar çok istediğini, bizler için ne büyük güzellikler,
nimetler hazırladığını idrak etseydiniz, O’nu (Allah`ı) dilemeyip,
(Allah`a) yönelmediğiniz için utanırdınız...
Mutluluğun anahtarı
Allah’a ulaşmayı dilemektir. Allah’a ulaşmayı dileyerek iman etmek
insan hayatının en önemli konusudur. İnsana hem dünyada, hem de ahirette
mutlu ve huzur dolu bir yaşam sunar. İman eden (Allah’a ulaşmayı
dileyen insanların), Allah’a karşı duydukları sevgi, bağlılık ve kadere
olan teslimiyetleri, onları huzursuz edebilecek her türlü nedeni ortadan
kaldırır.
Çünkü Allah’a ulaşmayı dileyen insan için hayatı
boyunca ‘kötü’ olarak nitelendirebileceği hiçbir şey yoktur. Yüce
Allah’ın, zahiren ‘şer’ gibi olan her şeyi, kendisi için ‘hayra’
dönüştüreceğini çok iyi bilmektedir. Bu da müminin her zaman imani bir
coşkuya sahip olmasını sağlar. Herkesin karamsar olduğu ortamlarda bile,
onu üzecek herhangi bir neden mevcut olmadığından, neşesinden hiçbir
şey kaybetmez.
Allah’a inanan, O’na dua eden ve tevekkül eden
insanların, diğer insanlardan hem ruhsal, hem de fiziksel olarak daha
sağlıklı olmalarının sebebi, yaratılışlarına uygun davranmalarıdır.
İnsanın yaratılışına aykırı olan felsefe ve sistemler ise, insanlara hep
acı, hüzün, sıkıntı ve bunalım getirir.
Eğer hayat gemisi; iman
ve kuran rehberliğine bırakılırsa insanı ihlaslı olmaya ve Allah’tan
gelene razı olunan ilahi limana ulaştırıp insanın ruhunu saadet ve
mutluluk ülkesine teslim eder.
42/
ŞURA-13: “Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ
ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmud dîne ve lâ
teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi),
allahu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).”
“Dîni
ikame edin ve fırkalara ayrılmayın.” diye dîn olarak Nuh’a vasiyet
ettiğimizi, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet
ettiğimizi, sizin için de (Allah) şeriat kıldı. Müşriklere, kendilerini
davet ettiğin şey (Allah’a davet) ağır geldi. Allah kimi dilerse onu
Kendisine seçer ve Kendisine yöneleni O’na (Kendisine) ulaştırır.”
İşte
Nebîler Sultanı Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz’in de şeriati,
Nuh Aleyhisselâm’ın şeriatıdır. Ve “İslâm, Nuh’un Gemisi’dir. Gemiye
binen kurtulur.” Bu ezelî ve ebedî şeriat muhtevasının içinde yer alan
insanlar, mutlaka kurtulacaklardır.
ACABA BU GEMİYE BİNEBİLMENİN ÖN ŞARTI NEDİR?
Allah bu sualin cevabını da Hud Suresi’nin 29. Ayet-i Kerimesi’nde veriyor. Nuh (A.S.) kavmine sesleniyor:
11/HUD-29:
“Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi
ve mâ ene bi târidillezîne âmenu, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî
erâkum kavmen techelûn(techelûne).”
“Ve ey kavmim! Buna (tebliğ
ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer
ücretim (ecrim) varsa ancak Allah’a aittir. Ve ben âmenû olanları
tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki; onlar,
Rab’lerine mülâki olacaklar. Ve lâkin ben sizi cahillik eden bir kavim
olarak görüyorum.”
Hayatta iken insan ruhunun Allah’a ulaşma
dileği, gemiye binmenin olmazsa olmaz şartıdır. Allah’a ulaşmayı dilemek
gerekir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimsenin bu gemide yer alması
söz konusu değildir.
Yunus Suresi’nde Allahû Tealâ, evrensel mesajı şöyle veriyor:
10/
YUNUS-7: “İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ
vatme’ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).”
“Muhakkak
ki; onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı)
dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma
ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.”
“İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).”
Allah’ın
şu dünya üzerinde yarattığı kadın-erkek hangi insan olursa olsun, hanif
fıtratıyla üç vücut, serbest irade ve aklın sahibi olarak dünyaya
gelir. Kulvara bütün insanlar eşit şartlarda başlarlar. Hiç kimsenin bir
diğerinden farklı tarafı yoktur.
Allah herkese ruh veriyor:
32/
SECDE-9: “Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus
sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(ef’ideten), kalîlen mâ
teşkurûn(teşkurûne).”
“Sonra (Allah) onu dizayn etti ve onun
içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve onu (onun ruhunun
kalbine) sem’i (kalbin işitme hassası) basar (kalbin görme hassası) ve
fuad (kalbin idrak etme hassası) hassalarına (sahip) kıldı. Ne kadar az
şükrediyorsunuz.”
Allah herkesi bir nefsle dizayn ediyor:
91/ ŞEMS-7: “Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.”
“Yemin ederim ki o nefs sevva edildi (7 kademede).”
Allah herkesi bir fizik bedenle halk ediyor:
15/ HİCR-26: “Ve lekad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(in).”
“Andolsun ki Biz insanı şekillenebilen, kuru bir balçıktan yarattık.”
Ve
Allahû Tealâ herkese serbest irade veriyor. “Aklı olmayanın dîni
yoktur.” Evrensel mesajı, herkes için geçerlidir. Yani beyin özürlü olan
hiç kimse, teklifle sorumlu değildir. Akıl bütün varlıklarda eşittir.
Ama varlıkları birbirinden farklı kılan, aklı kullanabilme
kapasitesidir. Bunun en üst seviyede tezahür ettiği mahlûk insandır.
Allahû Tealâ’nın insana bahşettiği akıl, beyin vasıtasıyla vücudun bütün
organlarına kumanda edebilmektedir.
İşte muhterem okuyucular,
insan ve Allah. Allahû Tealâ, insan olarak yarattığı herkesi, birinci
basamakta eşit şartlar içerisinde dünya hayatına gönderiyor.
İkinci
basamakta Allah’ın seçtikleri ve seçmedikleri var. Allah’ın evrensel
kanunları mucibince birtakım insanlar azabı hak etmişlerdir. Allahû
Teâlâ onları seçmez.
1- Seçilmeyen 1. grup, Al-i İmran Suresi’nin
7. Ayet-i Kerimesi’nde Yüce Rabbimiz’in ifade buyurduğu; kalbinde zeyg
(eğrilik) bulunan insanlardır.
Kalbinde zeyg olanlar, Allah’ın
müteşabih âyet-i kerimelerini yetkili olmadıkları, Allah’tan bir
delilin, bir sultanın sahibi olmadıkları halde yanlış yorumlayarak
insanları Allah’ın yolundan ayırmaktadırlar. Bu fiilleri gereğince azabı
hak ederler.
İSLAM TESLİM DEMEKTİR. SİZ ALLAH` A NEYİNİZİ TESLİM EDİYORSUNUZ?
Kur’ân-ı Kerim 7’li bir sistem üzerine kurulmuştur. 1- Allah`a ulaşmayı dilemek 2- Mürşide tâbiiyet 3- Ruhun Allah’a ulaşması 4- Fizik bedenin teslimi 5- Nefsin teslimi 6- Muhlis olmak 7- Ve iradeyi Allah’a teslim etmek..
“Ve lâ tu’minû illâ
li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ
ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi
yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun
alîm(alîmun).”
“Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan
başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki
hidayet Allah`a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah`a
ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına
verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz`in huzurunda, sizinle çekişiyorlar
mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah`ın elindedir. Onu dilediğine
verir.” Ve Allah, Vâsi`dir (ilmi geniştir, her şeyi kapsar), Alîm`dir
(en iyi bilendir).”
1/FÂTİHA-5 إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ “İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).”
“(Allah`ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.”
ALLAHÛ TEALÂ İNSANI KENDİSİNE KUL OLSUN DİYE YARATMIŞTIR
51/ZÂRİYÂT-56: “Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya`budûn(ya`budûni).”
“Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.”
Kişi,
Allah`a ulaşmayı dilediği anda 1. kulluk söz konusudur. Düşünce olarak
kişinin kafasında Allah`a ruhunu ulaştırmak vardır. Mürşidine ulaştığı
zaman 2. kulluktadır. Kişi mürşide tâbî olduğunda, ruhu orada vücudundan
ayrılarak, Allah`a doğru yola çıkar. Kişinin ruhu Allah`a ulaştığı
zaman 3. kulluk söz konusudur. Fizik vücudunu ahsen kılarak Allah`a
teslim ettiğinde 4. Kulluk, daha sonra daimî zikre ulaşıp, nefsini de
Allah`a teslime edince 5. kulluk gerçekleşir. İhlâs`a ulaştığında 6.
kulluk; iradesini de Allah`a teslim ettiğinde 7. kulluk gerçekleşir.
Allah’a kul olmayı insan böylelikle başarmıştır.
İNSANLAR ALLAH`A KUL OLMAK ÜZERE YOLA ÇIKMALIDIRLAR
35/FÂTIR-18:
“Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ
lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne
yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe
innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).”
“Ve
yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını)
yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye
(başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa
dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri
uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o takdirde
bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah`adır (Nefs
tezkiyesi ile ruh Allah`a döner, ulaşır).”
Fatiha Suresi, ruhun
Sıratı Mustakîm üzerinde yaptığı yolculuğu ve fethi tamamlayan bir
suredir. Kur`ân-ı Kerim`in temel suresidir.
İstiane yalnız
Allah`tan istenen ve Sıratı Mustakîm`le %100 alâkalı bir yardımdır.
Ruhun Allah`a doğru yola çıkması için kişi mürşidi önünde diz çöküp,
tövbe eder ve Devrin İmamı’nın ruhu kişinin başının üzerine gelir ve
kişinin ruhuna vücudu terk etmesini emreder.
İstianenin nasıl isteneceğini ise Bakara Suresi 45 ve 46. Ayetler tarif etmektedir:
2/BAKARA-45: “Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).”
“(Allah`tan)
sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o
(hacet namazı ile Allah`a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi
olanlardan başkasına elbette ağır gelir.”
2/BAKARA-46: “Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).”
“Onlar
(o huşû sahipleri) ki, Rab`lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki
olacaklarına ve (sonunda ölümle) O`na döneceklerine yakîn derecesinde
inanırlar.”
Kişiyi mürşide ulaştıracak olan yardım, Allah`tan
istenir. Allahû Tealâ bunun zor bir iş olduğunu ama huşû sahipleri için
zor olmadığını ifade etmektedir. Sonra da huşû sahiplerini tarif
etmektedir: "Onlar yakîn hasıl ederek, kesin olarak, inanırlar ki
ruhlarını ölmeden evvel mutlaka Allah`a ulaştıracaklardır. Ölümden sonra
da ruhları Allah`a geri döndürülecektir."
Birincisi kişinin
kendi iradesiyle, ikincisi Azrail (A.S.)`ın iradesiyle olmak üzere iki
defa ruhun Allah`a dönüşü söz konusudur.
Kur`ân`ı bilmeyen dîn
adamları demektedirler ki: "Ruh vücudumuza hayat veren unsurdur. Bu
sebeple Azrail (A.S.) gelip, ruhumuzu bizden aldığı için ölürüz." Ama
Allahû Tealâ; "Ölürsünüz ondan sonra Allah`a döndürülürsünüz" diyerek
tam aksini ifade etmektedir.
“De ki: Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."
İnsan
vücudundaki elektromanyetik alanlar sona erdiğinde (yani ölüm
gerçekleştiğinde) vücudun; ruhu da, nefsi de çekme kuvveti kalmaz. Eğer
kişinin ruhu vücudundaysa ruh ve nefs ikisi beraber sigara dumanı gibi
vücuttan ayrılırlar. Kişinin ruhu başının sağ tarafında nefsi de sol
tarafında yere paralel olarak, vaziyet alır. Vücudun her şeyiyle birer
kopyasıdırlar. İnsanlar ne zaman ruhlarını ya da nefslerini görseler
kendilerinin aynısını görürler.
Kişi öldüğü zaman eğer ruhu
vücudundaysa Azrail (A.S.)`ın yardımcıları onu alıp Allah`a götürür.
Eğer kişinin ruhu Allah`a ulaşmışsa o ruh Allah`ın katından geri gelir.
Ölüm melekleri gene onu alır ve Allah`a götürür. İşte bu ikinci
dönüştür. Bakara-46`da Allahû Tealâ`nın ifade ettiği ruhun ikinci defa
Allah`a dönüşü, bu sebepledir. Bakara-46, hidayete erenlerin âyet-i
kerimesidir. Hidayete ermek ruhun Allah`a ulaşmasıdır:
3/ÂLİ
İMRÂN-73: “Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ
hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum,
kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu),
vallâhu vâsiun alîm(alîmun).”
“Muhakkak ki hidayet Allah`a
ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah`a ulaşmasıdır.) Size
verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar,
Rabbiniz`in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki:
“Muhakkak ki fazl Allah`ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah,
Vâsi`dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm`dir (en iyi bilendir).”
2/BAKARA-120:
“Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul
inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke
minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).”
“Ve
sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de
hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah`a
ulaşmak (Allah`ın kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.” .Sana
gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin
için Allah`tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.”
Kişiye mürşidini
Allah`tan başka kimse gösteremez. Bu sebeple istiane sadece Allah`tan
istenir. Kişi hacet namazı kılar, sabreder, eğer gerçekten Allah`a
ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ mutlaka mürşidini gösterir. Ama Allah`a
ulaşmayı dilemeyen bir insan "ben Allah`a ulaşmayı istiyorum, Allah bana
mürşidimi göstermiyor" diyorsa, o kişi bilsin ki, Allah sadece Allah`a
ulaşmayı dileyenlere mürşidini gösterir. İstek olsa Allahû Tealâ mutlaka
ona mürşidini gösterir. Çünkü Allahû Tealâ, sadece Allah`a ulaşmayı
dileyenlerden engelleri kaldırır. Ondan sonra kişi; görür, işitir, idrak
eder ve davete icabet eder. Bu engeller alınmadıkça kimse davete icabet
edemez.
“Le kad mennallâhu alel
mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve
yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min
kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).”
“Andolsun ki Allah,
mü`minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni`met olmak
üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir
resûl beas eder. Onlara O`nun (Allah`ın) âyetlerini tilâvet eder, onları
tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah`a
ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde
idiler.”
Burada Allahû Tealâ nimetten bahsediyor. Allahû Tealâ,
başlangıçta bütün insanlara her türlü yardımda bulunur. Onları
rızıklandırır, onlara para, mal verir, onları çoluk çocuk sahibi eder.
Nimetin başlangıç noktasına kadar Allah’ın bütün yardımları ihsan adını
alır. Allahû Tealâ başlangıç noktasında herkese Rahman esmasıyla rahmet
eder ve onlara ihsanları vardır.
“Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).”
“Allah
onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem`î) hassasının üzerini
mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti.
Onlar için azîm (büyük) azap vardır.”
Kâfirlerin müşterek
özellikleri kalbin mühürlü olmasıdır ve gördük ki Bakara Suresi’nin 7.
Ayet-i Kerimesi’nde Allahû Tealâ kâfirlerin kalplerinin mühürlü olduğunu
söylemektedir. Kimlerin kalpleri mühürlüdür?
45/CÂSİYE-23:
“E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve
hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten),
fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ
tezekkerûn(tezekkerûne).”
“Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi
gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette
bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar
(görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah`tan
sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?”
Bu insanlar Allah`ın yoluna giremeyen zavallı insanlardır.
Nefslerini,
hevalarını kendilerine ilâh edinen, ona tâbî olan, dalâlette olan bu
insanların durumunu Allahû Tealâ anlatmaktadır. Allah`a ulaşmayı
dilemeyip, nefslerinin hevasına tâbî olanlar, Allah`a ulaşmayı dilemeyen
insanların kalpleri mühürlüdür. Kalplerindeki işitme hassasının
mühürlüdür. Bu kişilerin işitemediğini, kalplerindeki basar hassasının
gışavet adlı perdeyle kapalı olduğunu ve onların göremeyeceklerini
söylemektedir.
Öyleyse kâfir ve mü`min kavramı son derece önemli
iki kavram olarak karşımıza çıkmaktadır ve âlimler bu konuda çok yanlış
şeyler söylemektedirler. Diyorlar ki: "Allah`a inanan herkes
mü`mindir." Bu yeterli bir ifade değildir. Allah’a ulaşmayı dilemek,
mürşide tabiiyet ve ruhun, fizik vücut, nef ve iradenin Allah’a teslimi
şarttır. Bunlar da zikirle mümkündür. Ancak günümüz İslam anlayışında bu
bilgiler kaldırılmıştır. Müslümanların bu bilgilere tekrar ulaşmaları
hayati önem arz etmektedir.
Herkese mutlaka tebliğ yapılır.
Tebliğe kayıtsız kalanların sem`î (işitme) hassalarına ve kalplerine
Allah mühür vurur ve görme (basar) hassalarına gışavet (perde) çeker. Bu
sebeplerle onlar işitemezler, göremezler ve idrak edemezler. Onlar
Allah`a inanmalarına rağmen kâfirlerdir.
Allahü Teal’a Ayeti Kerimesi’nde az zikir, günün yarısından fazla zikri ve daimi zikri farz kılmıştır.
“Ey âmenû olanlar! Allah`ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.”
Zikir farzdır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
“Ve Rabbinin İsmi`ni zikret ve her şeyden kesilerek O`na ulaş.”
Ahzab
Suresi’nin bu 41. Ayet-i Kerimesi gereğince çok zikir ve Nisa
Suresi’nin 103. Ayet-i Kerimesi gereğince daimî zikir farzdır. Allahû
Tealâ ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de Allah`ı zikredin
emrini vermektedir ki, bir insan sadece bu üç şekilde bulunur. Dördüncü
bir müessese yoktur. Bütün işlevler bu üç şeklin içinde yapılır. Allah`ı
zikretmekle herkes vazifelidir. Zikir de farzdır, çok zikir de farzdır,
daimî zikir de farzdır; Kur’ân’ın temel hükmü böyledir.
Bugünkü
şer`i kaidelerde ne 32 farzın içerisinde ne 54 farzın içinde zikrin
farziyetine dair bir işaret vardır. Allah`ın farz kıldığı şeyi insanlar
14 asırda farz olmaktan çıkarmışlardır. Zikir yoksa kişinin manevî
tekâmülü yoktur. Zikir yoksa ruhun Allah`a teslimi mümkün değildir,
fizik vücudun Allah`a teslimi mümkün değildir, nefsin Allah`a teslimi
mümkün değildir, iradenin Allah`a teslimi mümkün değildir. Yani İslâm`ı
yaşamak mümkün değildir.
4/NİSÂ-103: “Fe izâ kadaytumus salâte
fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe
ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben
mevkûtâ(mevkûten).”
“Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık
ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah`ı
zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla
kılın. Muhakkak ki namaz, mü`minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş
bir farz" olmuştur.”
3 SAAT ZİKİR İLE RUHUNUZU, 18 SAAT ZİKİR İLE FİZİK VÜCUDUNUZU, 24 SAAT ZİKİR İLE NEFSİNİZİ ALLAH`A TESLİM EDEBİLİRSİNİZ...
Allah`ın
katında her şeyin bir zamanı vardır. Vakti geldiğinde Allahû Tealâ onu
gerçekleştirir. Bu dünyada da ahirette de huzur ve mutluluk için,
Allah`a ulaşma dileğini hayatınıza düstur ediniz. Allah`a ulaşma
duamızın manevi yönde olması ve Allahû Teâlâ’nın bize verdiklerine de,
vermediklerine de, şükredebilmemiz ve mutmain olabilmemiz için birinci
şarttır.
Yüce Rabbimizin hepinizi; hem dünya, hem de ahiret saadetine ulaştırması dileklerimle. Allah’a emanet olunuz.