1970 li yılların başında bölgedeki ajanları aracılığıyla önce
solcuları daha sonra ise sağ kesimi kışkırtan ABD, bu çatışmayı
beyaz saraya çekilerek zeminini hazırladığı 12 Eylül 1980 darbesine
kadar seyretti. Bu darbenin neticesinde ülkemizin küreselleşmeye
entegre süreci başladığı gibi, Yunanistan da NATO’ya girmiştir.
O dönemde yaşanan sağ-sol çatışması ülkemizin kendi dinamiklerinden
kaynaklanan bir olay olsaydı, darbenin ertesi sabahı bu çatışmalar
bitmezdi. Zira sağ kesim 11 Eylül 1980 de Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin önünden geçemezken, 13 eylül 1980
sabahı herkes elini kolunu sallayarak geçmiştir. Demek ki terörün
nedeni ve kaynağı bizde değildi.
1980 sonrası ise ülkemiz bölücü terörle mücadele etmiştir.
Neden olarak da Diyarbakır Cezaevi’nde darbe sonrası yapılanlar
gösterilir. Peki soruyorum size: O dönemde Diyarbakır’daki cezaeviydi
de, Mamak ve Bayrampaşa Hilton muydu? Oysa, 12 Eylül
darbesi sağıyla soluyla bütün ülke insanının üzerinden
adeta tank gibi geçmiştir. ABD destekli bölücü terör
her şeye rağmen otuz yıldır varlığını sürdürmektedir. Bu bölücü
terör 2010 yılına kadar bağımsız bir kürt devletinin kurulmasını
hedeflese de, bugün bu konsept değişmiştir. Zaten Türkiye deki
kürtler; zaza, kırmançi ve gorani gibi farklı aşiretlerden oluşmaktadır.
Bir bölümü de kara keçili aşireti gibi kürtleşmiş Türklerdir.
Dolayısıyla kürtlerin organize olarak bir araya gelmesi mümkün
değildir.
Otuz yıldır karşı karşıya kaldığımız bölücü terör 12 Eylül
öncesindeki sağ – sol çatışmasında olduğu gibi dış
kaynaklı bir olaydır. Amacı ve hedefleri bellidir. Yoksa, makus
talihini bir türlü yenemeyen Anadolu’ da Giresun’un Armutlu Köyü
ile Bingöl’ün Güngören Köyü arasında, gelişmişlik açısından
hiçbir fark yoktur. Kaldı ki, Doğu ve Güneydoğu’da hemen
hemen her ilde havaalanı vardır.
Ülkemizin de içinde bulunduğu bölgede üç yapının geliştiği
görülmektedir. Bunlar; Güney Kıbrıs merkezli İsrail, Suudi
Vehhabi anlayışına dayalı despotik dinci cunta ve Şii anlayışına
dayalı İran hegemonyasıdır. Bugün Yunanistan’ın
karşı karşıya kaldığı ekonomik krizin yanında, Libya ve Suriye
olaylarının nedeni de budur. Kim bilir, bu yapı otuz yıldır
çözülemeyen bölücü terörü belki de İran’a çözdürecektir.
Ülkemiz açısından ise terör ne siyasi nede askeri yöntemlerle
çözülür. Terör ancak bilimsel metodolojiye dayalı yöntemlerle
çözülebilir. Ancak 1970’ den buyana terörle iç içe olan ülkemizde
terörün çözümüne ilişkin siyasi ve askeri perspektifin dışında
ortaya konulan farklı bir bakış açısı olmamıştır.
Bu bağlamda ; sadece iki oy alarak yandaşlarına devletin imkanlarını
paylaştıran, dahası bir lojmanın paylaşılması hesabına
kadar düşerek rektörlük koltuğunu işgal eden ve il başkanlarının
arkasında yürüyen bilim adamlarıyla b i l i m
ü r e t i l e m e z.
Öteden beri ülkemizde siyaset teröre çözüm üretemediği için, çözüm olarak silahlı yöntemler tercih edilmiştir. Ülkemizde terörün çözümünde silahlı yöntemin başarıya ulaşması isteniyorsa, öncelikle milli gelirden aslan payını alan mutlu azınlık başta olmak üzere, sermayedar, bakan, paşa, kamu kaynaklarını kullanan üst yöneticilerin kendileri ve çocukları bizzat cephenin önünde yer almalıdır. Zira toplumsal duyarlılık ve hassasiyetin tesisini gerektiren durumlarda, cemiyet hayatımızın vazgeçilmezleri her zaman bu kesimler değil midir.
Saygılarımla.
Ali Zafer TOPŞİR